
 
	 
	 
	
	
	Her canlının anne karnındaki pozisyonu aynıdır. Korunmaya, doyurulmaya, sevilmeye muhtaciyetin bir işareti olarak içe kapanmıştır. Can bulduğu bedenden ayrılıp ilk nefesini aldığında ise doğrulup yüzünü dünyaya döner.

Ne tesadüftür ki, insan umduğunu her bulamayışında, alıştırıldığı ya da arzuladığı ego tatminindeki kendine göre her aksaklıkta yeniden anne karnındaki gibi içine kapanır, dış dünya ile irtibatını koparır.
Ego düzleminde değil hakikat düzleminde arayış içinde olan bir derviş ise gönlü ve eli her canlı ile bir olan, aklı ve dili gerçeğin kılcallarında gezinen, düşünce atlası gibi bir kimlikle karşımıza çıkar. Azameti köklerinde olan bitkilerin, gövdesi su altındaki buzların, aslı toprak altındaki kayaların diplerine indikçe, gözün gördüğü fakat görmeye alışmadığı için dışladığı dervişin esasen o görünmeyen taraflarına davetkâr, davetkâr olduğu kadar da seçici bir hayat içinde olduğuna şahit olunur.
Gelin derviş kavramının aslen içerdiği manayı, bugün hangi anlamlarda kullanıldığını sorgulamanıza yardımcı olmak amacıyla hatırlayalım.
Farsça kelime olan derviş kelimesi, genel kabul gören görüşe göre esas olarak, muhtaç veya dilenci kimseleri tanımlamak için kullanılırdı. Bir başka görüşe göre kelimenin asıl kökeni, "aramak ve dilenmek" anlamındaki bir diğer Farsça kelimedir. Miladi dokuz yüzlü yıllarda yazılan eserlerden, kendini manevi hayata vermiş din büyüklerinin, fakirliğe büyük değer verdikleri anlaşılıyor. "Derviş" dendiğinde, hem fakir hem de sadece Allah'tan uman kimse anlaşıldığı açıktır. Ancak bu, asla fakirliğinden değil, bilakis mevcut dünya varlığını ya reddetmesinden ya da dağıtmasından kaynaklıdır. Ayrıca ne kadar bilse de hâlâ "bilgi fakirliği" içinde olduğunu ifade eden yüce bir nitelemedir.
İslami mezheplerin ortaya çıkması ve hadis derlemelerinin yapılması ile ortaya çıkan, bilginin sistematik hâlde kayda geçirilip söylencelerden ziyade yazılı kayıtlar yoluyla sabitleştirilip İslam ülkelerine dağıtılması gerektiği bilinci miladi ortalama sekiz yüzlü yılların bir özelliğidir. Zamanla daha özele inilerek bireyler hakkında da, en azından fikirleri, yaşam şekilleri ve hayat yolunda yaşadıkları dönüşümler hakkında kayıtların tutulmaya başlanması için birkaç on yıl gerekecektir.
Bu eserlerin yanı sıra şiirler ve coğrafya kitapları sayesinde miladi sekiz yüzlü yılların ortalarında yaşam süren dervişlerin yaşam felsefeleri hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Emevilerin geliştirdiği hayat tarzının bütün İslam coğrafyasına yaygınlaştırılmasıyla beraber, bundan haz duymayan tarafların artık hareketlenmeye başladığı bu süreçte dünya işlerinden tamamen el etek çekenlerin çoğalması bir hayli anlamlıdır. Sürecin sonunda Abbasilerin halifeliği devralmasıyla beraber doğal olarak dinî konulardaki görüş ayrılıklarına yönetici zümrelerin de müdahil olup kendi gibi düşünmeyenlere karşı türlü türlü baskılar uyguladıklarını da biliyoruz.
Sekiz yüzlü yılların ortalarında maneviyata yönelmiş düşünürler arasında biri Horasan merkezli melâmet, diğeri Irak merkezli tasavvuf olmak üzere iki farklı eğilim ortaya çıktı. Ancak bu, esası değiştirmeyecekti. Dervişlik, zenginliğine fakirliğine bakılmaksızın, sadece ve sadece Allah'a muhtaç olduğunun bilincine varmış kimseler için kullanılmaya devam etti. Öyle ki, birçok varlıklı babanın çocukları konumunu reddederek bu yola girdi, birçok nüfuz sahibi babanın çocuğu da merkezin ihtişamını ve devrin lüks yaşamını terk etti.
Bu ilk dönemlerde, yoksullara yardım edip ya da onlar için çalışıp karşılığının ödenmesi zamanı geldiğinde ortadan kaybolan derviş örnekleri gördüğümüz gibi, muhtaç kimselere kazancını kimi zaman doğal yollardan yani bilinerek, çoğu zaman ise gizlenerek harcayan fakat kendi yoksulluklarına devam eden örneklerle de karşılaşmaktayız.
İster sufi ister melami olsun, halktan farklı görünüm arz eden fakat kendine derviş gibi gösteren kimseler din düşünürlerince kabul görmezlerdi.
Şeklen bu şekilde izah edilebilirse de, onlarca tanımlama ve anlatımın detaylarına girmeden özetle dervişlik felsefesi esasen denebilir ki, sonu gelmeyen ve hatta sık sık haksızlıklara sebep olunacak kadar ileri gitme zorunluluğuna düşülebilen dünya işlerinden uzaklaşmaktır.
Bu şekilde, sadece ve sadece kendi iç dünyası ve düşünceleri ile baş başa kalıp büyük resmin formülasyonuna yönelik söylenmiş her sözü derinlemesine idrak edebilmek ve insanoğlunun tabiatın ihtişamı karşısında ne kadar zayıf olduğunun idrakine varmaktır.
Bu yolla, "dert" ve "çile"ye katlanabilecek motivasyona ulaşıp tekrar tekrar dünya işlerinden uzaklaşıp iç dünyası ile, düşünceleri ile ve söylenmiş sözlerle daha derin baş başa kalmaktır.
Tek göz odada insani ihtiyaçlarını karşılayıp yeniden yollara düşmek, aynı düzlemde yaşam süren yoldaşları ile sürekli diyalog ve fikir teatisi içinde olmak, hakikatin peşine düşmektir. Keşfettiklerini ve öğrendiklerini kendine saklamamak, mümkün olduğunca uzaklara kadar yaymak ve oralardan bilgi taşımaktır.
Elindekini, avucundakini, kazancını fakir halk bireylerine sunarken, bundan titrememek, onu doyururken akşam yiyecek lokma bulamamak, gideceği mesafelere atsız, devesiz gitmektir, dervişlik.
Böyle bir yaşam tarzının oldukça geniş alanlarda zemin bulmasının tek sebebi sadece, kendine eziyet etme dürtüsü, birer düşünür olma isteği ya da gerçeğin dünyadan el etek çekerek bulunabileceği bilinci olamaz. Kayıtlarda olmayan bir zamanda ve sebepten dolayı; maneviyatı ve gerçek anlamda tek varlığa inanmayı önceleyen bir grup insan, maddi zenginliğin, ihtişamın, dünya işlerinin gölgesine itelenen kitleleri nitelemek için kullanılan bu kavramı sahiplenerek kendilerini o dünyalıklardan ayrıştırmak yoluyla yaşamlarını sürdürmüşler ve böylece gönüllere ulaşmışlardır.
Kimi dervişler yaşadıkları yerde kalmış, oralara hizmet etmiş, kimileri ise diyardan diyara seyahat etmiş, oralardaki insanları aralarında yaşayıp tanımış, oralardaki bilginleri dinlemiş, öğrendiklerini geri getirmişler, daha sonra da yeni gittikleri yerlere taşımışlardı. Bu şekilde İslam coğrafyası bir gönül bağı ile birbirine bağlanıyordu.
Elbette bir zamanı anlamak, o zamanın şartlarını anlamaktan geçer. Bu gün, geçmişten gelen terimlerden ve yaşayışlardan bahsedildiğinde bambaşka şeyler anlaşılıyor ve maalesef insanoğlu birbirini dinleyip anlamayı öğrenmedikçe gelecekte de öyle olmaya devam edecek.
"Derviş" ismini verdiğim resmimin arka planı çalkantılı zaman kesitlerinin bizler için âdeta bir simgesi olan onuncu yüzyıl öncesinin sosyolojisi ve insan psikolojilerine uzanan düşünüşlerimdir. İnsanın isterse ne kadar dünyaya açık ve paylaşımcı olabileceği, inandıklarına ters düşen olgu ve gelişmelere nasıl barışçıl bir protest tavır takınabileceği, temel bir bilgiyi nasıl zenginleştirebileceği ve tüm bunlar yoluyla geleceğe yönelik iyiliğe dair imza da bırakabileceği, kendini ve tüm varlığını bu yola adayabileceği ilgimi çeken ve beni en etkileyen tarihî öğeler olmuştur.
Modern insan dâhil, zamandan bağımsız olarak insanın örneklemleri ve imgelendirmeleri aynıdır. Farklı olan, bunların isimlendirilmelerindeki anlamlarda çeşitli sebeplerle zaman içinde görülen değişmelerdir. Ancak, ister geçmişte ister bugün isterse gelecekte kendini modern insan olarak tanımlayan her birey bu fenomenin farkında olmalı ve farkındalığı artırmak için bir çaba içinde olmalıdır. Bu eserimde de orijinal anlamıyla bir dervişin çeşitli yönlerini tarafsız bir şekilde betimlemeye çalıştım.
Çeşitli derviş form ve imgelemlerini, ileriki dönemlerde yaptığım toplum incelemeleri resimlerimde de görmek mümkündür.
 
		 
		 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 2012 yılında Vakitsiz Vakitlerim sergimde "yansımalar" kavramı ile izleyicilerime sunduğum araştırmalarımda toplumun bütünlüğünü/parçalanamazlığını ifade etmiş, temel olarak üç olguyu vurgulamıştım: benlik dürtüleri, bu benlik dürtüleri ile oluşan insan şekillenmeleri ve bu şekillenmelerin saf gerçeği ve doğayı örtüp tüketmeleri. Ayrıca, mevcut aritmetik denge tüm insan şekillenmelerinin varlığına ihtiyaç duyar.
			2012 yılında Vakitsiz Vakitlerim sergimde "yansımalar" kavramı ile izleyicilerime sunduğum araştırmalarımda toplumun bütünlüğünü/parçalanamazlığını ifade etmiş, temel olarak üç olguyu vurgulamıştım: benlik dürtüleri, bu benlik dürtüleri ile oluşan insan şekillenmeleri ve bu şekillenmelerin saf gerçeği ve doğayı örtüp tüketmeleri. Ayrıca, mevcut aritmetik denge tüm insan şekillenmelerinin varlığına ihtiyaç duyar. Canlı olmanın getirdiği dürtüler uzayı ve zamanı parçalar. Dürtülerin etkileşimi ile oluşan bu parçalanma, varoluşu düşünülebilir yani anlaşılır kılar ve insanı kendini sorgulayan bir varlık haline getirir. Kendi penceremden görüp formüle ettiğim ağ teorim ile bu sorgulamaya katkıda bulunmaktayım. Geliştirdiğim "bitişiklik ve etkisellik" önermemde, insanın, egolarla biçim bulan bir yapıyı bu sorgulayıcılığına rağmen ironik bir şekilde yasallaştırarak "dizin"i esnetip bozduğunu vurgulamaktayım.
			Canlı olmanın getirdiği dürtüler uzayı ve zamanı parçalar. Dürtülerin etkileşimi ile oluşan bu parçalanma, varoluşu düşünülebilir yani anlaşılır kılar ve insanı kendini sorgulayan bir varlık haline getirir. Kendi penceremden görüp formüle ettiğim ağ teorim ile bu sorgulamaya katkıda bulunmaktayım. Geliştirdiğim "bitişiklik ve etkisellik" önermemde, insanın, egolarla biçim bulan bir yapıyı bu sorgulayıcılığına rağmen ironik bir şekilde yasallaştırarak "dizin"i esnetip bozduğunu vurgulamaktayım. Birbirini geliştirip destekleyen sıralı öğeler tablosu olarak günlük dile tercüme edebileceğimiz "dizin"in üyeleri yani bireyler, dizin üyeleri olmaları sebebiyle kendilerine has misyonlara sahiptir. Ancak, bu misyonların gerektirdiği davranışlar belli bir hareket alanına ihtiyaç duyar ve bireyler birbirlerinden uzaklaşır, toplum dediğimiz oluşum ortaya çıkar.
			Birbirini geliştirip destekleyen sıralı öğeler tablosu olarak günlük dile tercüme edebileceğimiz "dizin"in üyeleri yani bireyler, dizin üyeleri olmaları sebebiyle kendilerine has misyonlara sahiptir. Ancak, bu misyonların gerektirdiği davranışlar belli bir hareket alanına ihtiyaç duyar ve bireyler birbirlerinden uzaklaşır, toplum dediğimiz oluşum ortaya çıkar. Toplum içinde bazen kalabalık ve kargaşa kesitleri sunan dizin üyesi bireylere ait kimi uzuvların aşırı hareket halinde olup birey egosunu zirveye taşıdığı görülebilir. Kimi bireylerde kimi uzuvlar ise körelmiş, yer bulamamış ya da daha baskın olan bir başka birey uzvu tarafından yok edilmiştir, ezilmiştir. Bunu bertaraf etmek adına ihtiyaç duyulan yeni alanları açmaya yeltenmek, bütün dengeyi yani toplumu ortadan kaldırır çünkü mevcut hal çerçevesinde bireyler aralarında dinamik bir "ağ" kurmuşlar ve birbirleri sayesinde işlev görmektedirler. Bu zorunlu asimetrik bitişiklik ve etkisellik sonuçta saf realiteyi, doğanın gerçekliğini örter ve tüketir.
			Toplum içinde bazen kalabalık ve kargaşa kesitleri sunan dizin üyesi bireylere ait kimi uzuvların aşırı hareket halinde olup birey egosunu zirveye taşıdığı görülebilir. Kimi bireylerde kimi uzuvlar ise körelmiş, yer bulamamış ya da daha baskın olan bir başka birey uzvu tarafından yok edilmiştir, ezilmiştir. Bunu bertaraf etmek adına ihtiyaç duyulan yeni alanları açmaya yeltenmek, bütün dengeyi yani toplumu ortadan kaldırır çünkü mevcut hal çerçevesinde bireyler aralarında dinamik bir "ağ" kurmuşlar ve birbirleri sayesinde işlev görmektedirler. Bu zorunlu asimetrik bitişiklik ve etkisellik sonuçta saf realiteyi, doğanın gerçekliğini örter ve tüketir. Eserlerin yaratımında, toplumsal baskı ve hoyratlıkları geometrileştirme arayışları mevcuttur. Bu arayışlar sonucu obje kenarları halinde görüntü kazanan matematiksel patlamalar daha önce hiç yapılmamış bir cüretle hesaplayıp denediğim uygulamalardır. Gördüğüm toplum-birey yapılanmasını konstrüktif bir anlayışla ve teknik bakımdan geleneksel bir tavırla resmederken, renk olarak kabul edilmeyen beyazı vahşi bir şekilde uygulayarak, genel kanaatlerin ne kadar aksi tarafında bir yerlere ulaşmış olduğumu iletmekte, önermem kapsamındaki resimlerim.
			Eserlerin yaratımında, toplumsal baskı ve hoyratlıkları geometrileştirme arayışları mevcuttur. Bu arayışlar sonucu obje kenarları halinde görüntü kazanan matematiksel patlamalar daha önce hiç yapılmamış bir cüretle hesaplayıp denediğim uygulamalardır. Gördüğüm toplum-birey yapılanmasını konstrüktif bir anlayışla ve teknik bakımdan geleneksel bir tavırla resmederken, renk olarak kabul edilmeyen beyazı vahşi bir şekilde uygulayarak, genel kanaatlerin ne kadar aksi tarafında bir yerlere ulaşmış olduğumu iletmekte, önermem kapsamındaki resimlerim. 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				 
				